30 Haziran 2010 Çarşamba
Takvim Tutmazlığı
Yaz başıydı gittiğinde. Bir aşkın ilk günleriydi daha.
Aşk mıydı, değil miydi? Bunu o günler kim bilebilirdi?
‘Eylül’de aynı yerde ve aynı insan olmamı isteyen’ notunu buldum kapımda.
Altına saat: 16.00 diye yazmıştın, ve 16.04′tü onu bulduğumda.
Daha o gün anlamalıydım bu ilişkinin yazgısını
Takvim tutmazlığını
Aramızda bir düşman gibi duran zamanı
Daha o gün anlamalıydım
Benim sana erken
Senin bana geç kaldığını.
MURATHAN MUNGAN
29 Haziran 2010 Salı
Ayaküstü Yaşanmış Aşk Hikayeleri
bildiğim kendimi bildim bileli aşık olduğum,
bildiğim ancak aşıkken var olduğum...
işte bu yüzden, benim için aşık olmak;
çoktandır hasretine katlandığım yokluğum.
'eğer aşktan söz edildiğini duymamış olsalar
hiçbir zaman sevemeyecek olan insanlar vardır, '
demiş La Rochefoucauld
benimse hep böylelerini severek başladı vurgunum...
2.
her durakta ölümsüz bir aşk edineceğim
bir bakıştan, bir duruştan,
çağrışımın sonsuz hızından
unutulmaz bir sevgili daha bırakacağım ardımda.
belki de yaşanabilecek en güzel serüveni
terk edeceğim
daha otobüsün ilk basamağında.
kim bilebilir ki?
sonrayı, sonrasını kim bilebilir?
gizli gizli veda edeceğim ona; görmeyecek
ve bu duyguyla burkulmuş yüreğim
otobüs camına bağrında bir ok ile
bir aşk levhası çizecek, ah min-el!
bu da ötekiler gibi,
kendisini ölesiye sevdiğimi bilmeden
yaşayıp gidecek..
3.
şimdi hemen kalksam buradan
hemen çıksam uzun sokaklardan birine
kiminle karşılaşabilirim
kime vurulurum ölesiye, eve dönmeden
geceme kuzguni bir cehennem gibi eklenen
bir ölümcül sevda hangi köşe başında
keser yolumu
bir tenhaya ulak olan
o suret avı
bırakır mı yakamı
haracı ödenmeden
bırakır mı yakamı
bir suretten, bir şiirden, bir hüzünden
ak kağıda düşürülmüş
imzasını görmeden
bırakmazlar yakamı, bilirim, ben ölmeden
4.
hangi aşk mümkündür aşığı öldürmeden
her aşk, her şiir
ardından uzun uzun bakılan adı bilinmedik sevgilerden,
küskün omuzlu terk edilmişliklerden,
perspektifinde hep bir sokak taşıyan
o sessiz
o faili meçhul cinayetlerden
resim altı sözcüklerden
aşk mümkün olsa idi ah, aşığı öldürmeden
bırakır mı yakamı kağıdın ölüm beyazı sureti
elle bilenmiş sözcükler,
yüreğime sokulan serüvenin hançer tadı
nabzımın atışına ayak uyduran vezninde
gece adımları şiirlerimin
bırakır mı yakamı yaşadıklarımı
dökmeden imgelerin giysilerine
hayatın maskelenmiş gerçekliğine
upuzun bir mesafeyle yeniden sokulmak için
yeniden ve yeniden.
MURATHAN MUNGAN
28 Haziran 2010 Pazartesi
Yağmur Kaçağı
Elimden tut yoksa düşeceğim
yoksa bir bir yıldızlar düşecek
eğer şairsem beni tanırsan
yağmurdan korktuğumu bilirsen
gözlerim aklına gelirse
elimden tut yoksa düşeceğim
yağmur beni götürecek yoksa beni
geceleri bir çarpıntı duyarsan
telaş telaş yağmurdan kaçıyorum
Sarayburnu’ndan geçiyorum
akşamsa eylülse ıslanmışsam
beni görsen belki anlayamazsın
içlenir gizli gizli ağlarsın
eğer ben yalnızsam yanılmışsam
elimden tut yoksa düşeceğim
yağmur beni götürecek yoksa beni.
ATİLLA İLHAN
27 Haziran 2010 Pazar
Seni Bu Gece Öldüreceğim!
Seni bu gece öldüreceğim.
Sigaramın bitmesini bekliyorum.
Ve sana uygun
bir ölüm düşünüyorum.
Sana yazdığım şiirler gibi
boşluğa yıkılmalısın.
Çay bardağımda toz şeker olmalısın.
sigaram gibi.
Ateşinden sıyrılıp kül kalmalısın.
Seni birazdan öldüreceğim.
Sigaram bitti bitecek…
Biraz tütün sarmalısın.
Oysa en iyisi unutmak seni.
Ölmekten bin beter olmalısın.
Aşkın Güngör'ün - Sesli Düşünüyorum Deposundan
26 Haziran 2010 Cumartesi
25 Haziran 2010 Cuma
Sana Bir şeyler Olmuş...
sana bir şeyler olmuş ellerin yüzüme değmeyeli
Metris'in içli türküsünü birlikte dinlemeyeli
yüzün solmuş
gözlerine paramparça yıldızlar dolmuş
üşümüşsün sen gülüm
yüreğin buz gibi olmuş görüşmeyeli
sana bir şeyler olmuş nasıl anlatsam
hani yüzüne biraz yaklaşsam küçülen göz bebeklerin
yabancı gibi
içimde kıpırdayan sancı gibi
'yarılıyor yüreklerin' oysa
zehir zemberek düşlerine ayaz vurmuş
saaatin yelkovanı durmuş buralardan geçmeyeli
sana bir şeyler olmuş farkındasın
ellerin tanımıyor ellerimi
seni ne çok sevdiğimi unutmuşsun
bir de yaşlı falcıya verdiğin gizli yemini
papatya fallarını ve Kız Kulesi masallarını
beni Üsküdar'da bir vapurun ardında
kendini sonu yazılmamış acıklı bir romanda unutmuşsun
sana bir şeyler olmuş
sanki yorulmuşsun sanki susamış
sanki şımarık bir sarmaşık gibi
boynuna dolanmış duyguların
uykuların dökülmüş dizlerinin önüne
geceye ve gün dönümüne verdiğin kurbanların
boynu bükülmüş
sanki biraz üzülmüşsün
hayaline kırlangıçlar düşmeyeli
sana bir şeyler olmuş korkuyorsun
Metris gibi içli
Urfa Dağları gibi yanık okuyorsun kaderi
kederi zehir gibi sokuyorsun içime
en çocuksu yönüme lanetler okuyorsun
gözlerin af dilerken
sen karanlık kokuyorsun
sana bir şeyler olmuş
Karadeniz gibi hırçın bakışmaların
adım atışlarının bileği burkuk
gözlerin kan çanağı yüreğin soluk
yıkık dökük hislerinle boğuşuyor gibisin
seni ne çok sevdiğimden hala emin değilsin
seni böyle sevmeseydim
incir çekirdeği yalanların dokunmazdı içime
rüyayı gerçek sananların
kalbi kırılmış hali
bu denli yakışmazdı yüzüme
sen benim en kuytu gizlimde saklımdasın
sen benim... ölüm gibi aklımdasın
'Şu Metrisin Önü Bir Uzun Alan
Bir Tek Seni Sevdim Gerisi Yalan'
Mükerrem Suna Varol
Aşkın Güngör'ün Sesli Düşünüyorum Deposundan
Çok Uzaklarda Biri...

Bu gece çok uzaklarda biri, birdenbire adımı fısıldamalı... Oldukça titrek, oldukça masum olmalı bu fısıltı.. Duyan rüzgarın içi ürpermeli..
Bu gece çok uzaklarda biri, benim yerime bir maskeli baloya gitmeli.. Maske diye bir ayna taşımalı yüzünde! Karşısına geçenin kendisini görebileceği hakiki bir ayna!
Bu gece, ormana, ormanımıza geri dönmeliyiz.. Ah, ellerim titriyor: Yeryüzünü tutamıyorum! Bütün tenlerde benim parmakizim! Ah kalbim, haddini aştı: Artık tarih, işlediğim tüm suçları üstlenecek sanki.. Daha önce neredeydik?!
KÜÇÜK İSKENDER - Balık Burcu Hikayeleri
Yağmur Herkese Yağar...

Güneş Isıtır Herkesi
Mevsimler Herkes İçindir
Yalnız Çığ Altında Kalan
Sele Kapılan Her Zaman Birkaç Kişi
Herkes İçindir Aşk Da Ayrılık Da
Yalnızca Birkaç Kişi Ölür Acıdan
Eskiden Ölümle Tartılırdı Ayrılık
Kiminin Hayatı Yalnızca Unutkanlıktan
Her Şey, Herkes İçin Değildir Oysa
Kimi Hiçbirşey Ögrenmez Karanlıktan
Yalnızlığı Kullanmayı Bilmez Kimi
Kimi Ayrılamaz Karanlıktan
Yağmur Herkese Yağar
Ama Çok Az İnsan Tutar Yağmurun Ellerini
Onca Şarkı Onca Film Onca Roman
Ama Sevmeye Yetmez Herkesin Kalbi
Çığ Altında Kalan Sele Kapılan
Aşktan Ve Acıdan Ölen
Birkaç Kişi Dünyayı Başka Bir Yer Yapmaya Yeter
Aslında Onların Hikayesidir Anlatılan
Diğerleri Dinler, Seyreder, Geçer Gider
Geçer Gider Herkes
24 Haziran 2010 Perşembe
Kakafona II-Şiir Leşleri
Ne bu bir karış sakal?
Ne bu dudağındaki şiir lekesi?
Doldur şu kadehleri de güzelleşelim.
Yaslayalım sırtımızı gecenin türbesine.
Ayıp şarkılar da söyleyelim, olmaz mı?
Ve küfredelim birlikte hayatın böylesine.
Sonra o şehri de anlatırım sana, söz;
biriktirip parayı gidemediğin hani;
hani şiirlerin kendini çok ucuza sattığı;
hani cilalı egoların yosmalarla yattığı;
zavallı yürekleri sefil pazarlıklarda
kirlenmiş şairlerin aşkı ucuzlattığı...
Hani bildik yakarıların sahte dizelerinde
Allah’ı sevmeyenlerin rubailer yazdığı...
O şehir ki, kokmuş hani, şiir leşleri ile...
Hani dize dize kirletilmiş şair eskilerince...
Eh be Kakafona, ne yalan borcum var sana!
Şöyle bi’ yanaşıp da şu gözlere baksana!
Hayatı cebimde taşımışım oğlum ben!
Üç çekişte almışım bir kerelik soluğumu!
Ölümle körebe oynamışım, yaşım henüz beş
ve o tren garımda durmayınca anlamışım
bu şiirlerin birer kalleş
şairlerin madrabaz olduğunu...
Sen iyi çocuksun Kakafona, kıyamam sana.
Öğrenmen gereken bir milyar hayat var daha
ve içini görmen gereken sayısız yürek.
Kim olduğunu anlaman için
ruhunu başka yüreklere akarken izlemen gerek.
Bırak bu şiirleri!
Bunlar çırak yüreklilerin işleri!
Söylesene sen bana,
hani o düşlerine konuk olan gece gözlü dilberi
okşasın ister miydin
başkasının elleri?
Eh ulan Kakafona, ayıp oluyor tabii ama,
anlamazdın ki başka türlü
sevgili teninde gezen yabancı dizelerin
çocuk yürekli adamları küstürdüğünü.
Hey, Kakafona, öyle gürültülü susma!
Patlat bakalım bir türkü!
Sonra da şu yıldızları çek üzerimizden!
Görmüyor musun mübareklerin
şarabımızda yüzdüğünü?
Ha?
Tamam.
Anlatırım bi’ ara
garımda durmayan trenin de
beni neden üzdüğünü...
Aşkın Güngör, 4 Ağustos 2003 – 7 Ağustos 2003
23 Haziran 2010 Çarşamba
Tanıdım Seni Hüzün!
tenha sokaklarıma
hazırım karşı koymam tuzaklarına
savur beni yollarına
gir içeriye yürek korkmaz
deliye döner akıl kalmaz
çiçeği gonca sevdam
sana gül açar solmaz
yine mi geldin hüzün kapılarıma
hadi giyin kuşan gir odalarıma
yabancı değilim tanırsın beni
her veda sonrasında
22 Haziran 2010 Salı
Masallardaki Gibi Bir Varmışım Bir Yokmuşum..
Ben nice depremler gördüm
Kolay kolay yıkılmam
Her defasında kaybetsem
Yine de hiç üzülmem
Aslında bu kadar da kırılgan değildim
Kendi yaptığım düşmanlara yenildim
Bir kayboldum sonra tekrar belirdim
Masallardaki gibi
Bir varmışım, bir yokmuşum
Sen bana imkanlar sundun
Ben bunu kabul edemem
Şimdiye kadar yalnızdım
Öyle pat diye değiştiremem
Aslında bu kadar da kırılgan değildim
Kendi yaptığım düşmanlara yenildim
Bir kayboldum sonra tekrar belirdim
Masallardaki gibi
Bir varmışım, bir yokmuşum
Korkarsam sakince ıslık çalarım
Ben susmam sende susmaki korkmayalım
malesef az sonra gitmem lazım
Huyum böyle aynı yerde hiç kalmamışım
Bir varmışım bir yokmuşum….
21 Haziran 2010 Pazartesi
Uzaktı Sevinmek...

-akşamsefaları dolandı ayağına.- Yoldan saptığını, bahçenin yeni karılmış toprağına, bakımlı çiçeklerine bulaştığını ayrımsadı. Akşam oluyordu. Bir kez daha akşam oluyordu."Son günüm bu," dedi. "Bu akşamı hiç unutmayacağım. Unutmamalıyım." Yollar. Unutulmamak bizim dışımızda. Unutmak üzerine söylenen her şey yalan aslında.
(Yarın orada olacağım. Orada.) Bir yazdan geriye ne kalacak ki? Herkes unutacak birbirini. Alınan adresler hiçbir işe yaramayacak. Ara sıra yollarda karşılaşılacak. Ve herkes bu yazı, çürümeye yüz tutmuş anıları konuşacak ayaküstü. Sonra yine yollar. Yine herkes kendi evinin yolunu tutarak akşama karışacak... Her yaz böyle olmuyor mu? Her yaz biz nasılız? Yarın sabah döneceğim. Sevinmeliyim biraz da... Döneceğim.
MURATHAN MUNGAN - 4 haziran 1979
20 Haziran 2010 Pazar
Kıyamam...
Bir gün anlayacaksın neden sessizce gittiğimi
Senden vazgeçmek uğruna nasıl bir savaş verdiğimi
Mevsim kış olur hani bir yudum güneş bulamazsın
Sonsuz uçurumlardaki çiçeklere dokunamazsın
Her sabah bir sayfa daha eksilip gidiyor ömrümden
Gönlümün yıkıntılarında can çekişiyor umutlarım
Ellerimde acı var ellerini tutamam kıyamam sana
Yollarımda ayaz var yaklaşma yollarıma kıyamam sana
Karanlık gecelere ortak edemem seni kıyamam sana
19 Haziran 2010 Cumartesi
Aragon ve Elsa'nın Gözleri
Bütün güneşleri pırıl pırıl orada gördüm
orada bütün ümitsizlikleri bekleyen ölüm
Öyle derin ki her şeyi unuttum içlerinde
Uçsuz bir denizdir bulanır kuş gölgelerinde
Sonra birden güneş çıkar o bulanıklık geçer
Yaz meleklerin eteklerinden bulutlar biçer
Göklerin en mavisi buğdaylar üzerinde
Karanlık bulutları boşuna dağıtır rüzgar
Göklerden aydındır gözlerin bir yaş belirince
Camın kırılan yerindeki maviliğini de
Yağmur sonu semalarını da kıskandırırlar
Ben bu radyumu bir pekbilent taşından çıkarttım
Benim de yandı parmaklarım memnu ateşinde
Bulup yeniden kaybettiğim cennet ülke
Gözlerin Perumdur benim Golkondum, Hindistan'ım
Kainat paramparça oldu bir akşam üzeri
Her kurtulan ateş yaktı üstünde bir kayanın
Gördüm denizin üzerinde parlarken Elsa'nın
Gözleri Elsa'nın gözleri Elsa'nın gözleri.
LOUIS ARAGON
17 Haziran 2010 Perşembe
16 Haziran 2010 Çarşamba
Kalbin Meridyenleri: Sevmenin Zamanı
Bir kadını onun hiç planlamamış olduğu bir anda sevivermek...
O öyle düzensiz otururken, bacağındaki sivrisinek ısırığını tembel parmaklarıyla kaşırken, sonra yüzünü buruşturup güneşli uzağa bakarken, sonra nedensiz yeniden dönüp tırnak dipleriyle oynarken... İzlendiğini bilmediği bir anda bir kadına, içinden bir dünya akıtmak...
Sevmek sürekli bir şey değildir belki; bir ânın yarılması ve bütün zamanın o ânın içine akmasıdır. Bütün kalbin o sonsuz âna dolmasıdır. Ne kalacak sevmelerden geriye? Bu kadar ortak yatırım mı? Bir fotoğraf sadece. Bir günün, hiç de özel olmayan o anın, hiç de hesaplanmamış bir duruşu...
Bir adamı onun hiç planlamamış olduğu bir anda sevivermek...
Masadaki suya uzanırken yorgun gömleğinin kol düğmesi meğer açılmışsa, bileğinin biraz yukarısı olan o adsız beden alancığına dalıvermek. Tam da o sırada apartman yöneticisinin saçmalıklarından bahsederken o seslerin silinivermesi niyeyse senin zaman ve mekandan vakumlanıp bu ânın o hep hatırlanacak olan fotoğraf olduğunu anlayıvermen.
Sevmek zamanın içinde gerçekleşen bir şey değil belki; zamandan ve mekandan vakumlanarak sıyrıldığında, olup bitenlere sanki çekiliverdiğin tavanın bir köşesinden bakıverdiğinde görebildiğin bir şey. Belki sevmek zamansız ve mekansız bir şey; kendi kendini izlerken farkına vardığın bir şey.
Yanına geliveren bir bebek -çocukla öyle lalettayin ilgilenirken, birden eliyle parmağını kavrayınca kendini onu kucaklayıverirken bulabilirsin mesela. Onun ensesini koklarken bulabilirsin kendini; pudralı bir süt kokusu. O, aniden boynuna sarılınca kendinde de artık bir anne kokusu, bir baba kokusu, artık her ne cinstensen işte, o kokunun var olduğunu, bir gün büyüyen bir çocuğun hafızasında senin kokunun iyi şeylere dair bir anıya dönüşeceğini düşünebilirsin. Annenin, babanın kokusu ne kadar büyüsen de sende kalacak ya, sen de kalacaksın bir başkasında. Böyle anlatılmaz, tarif edilemez bir kokular tarihinde sen de bir yerlere yerleşeceksin sonunda. Sevmek tarihle ilgili bir şeydir belki. Zamanın içine yuvarlandığı anlar toplamından oluşan bir tarih, hesaplanmamış ve çekilmemiş fotoğrafların biriktirilmesinden oluşan bir belgesiz arşiv.
Bir gün her şey bitecek. Küllerinin bir tepeden bir denize ulaşması üç saniye sürecek. O kadar! Böyle bir haksızlığı var doğanın insanoğluna, adına ölmek deniyor. Büyük saçmalık, büyük rezalet, ama öyle. Üç saniye, o kadar! Sevdiğinin küllerini savururken tepeden denize doğru, belki o zaman, "Seni sevmiştim" cümlesi bile sığmayacak o üç saniyelik uçuşmaya. O cümlenin gerisinde koskocaman bir hayat duracak: Uzun zaman. Cümlenin içi: Üç saniye. Cümle bittikten sonra: Daha uzun, çok uzun, sahipsizleştikçe uzayan bir zaman. Sevmek zamanın içinde gerçekleşen bir şey değil belki. Zamanı bölen, ayıran, parçalayan; zamanın içinde kendi zamanını yaratan bir tuhaf şey. Sevmek belki de zamanın içinde değil, zamanın sonunda bir şey. Nasıl bir hayat bitince anlaşılırsa o hayatın nasıl bir hayat olduğu, bir sevmek de ancak kendini bittiğinde ispatlayabilir belki. "Seni seviyorum" cümlesi mümkün değildir sanki. Mümkün olan "Seni sevmiştim" demektir. Çünkü sevmek şimdiki zamanla, dünya zamanıyla ilgili bir şey değildir. Kalbinin meridyenleri yeryüzü meridyenleri kadar düzgün değildir.
ECE TEMELKURAN
9 Haziran 2002 Milliyet
Fotoğraf:TT
Birini Sevmek Korkunç Bir Şey Değil midir?
Çünkü insanı, birini sevmeden önceki halinden çok daha yalnız bırakır birinin gitmesi.
Zaten belki de, bir öncekinin olduğunu unutabilir kişi. Sabah nasıl kalkardın sen o gelmeden önce? Gece ne yapardın o hiç yokken? Sen kimdin ki zaten? Nasıl bir şeydin ki sen?
İnsan kendinin ne olduğunu bile unutabilir bazen.
Birini sevmek sizce de çok korkunç bir şey değil midir sırf bu yüzden?
ECE TEMELKURAN
15 Haziran 2010 Salı
Ve falan Ve filan...
ECE TEMELKURAN
Ben Böyle Yürek Görmedim...
Bir çocuk gördüm uzaklarda
Gözleri kederli hatta korkulu
Her şeye rağmen biraz gülümsedi çocuk
Sıcak sade ama biraz kuşkulu
Bir çocuk sevdim uzaklarda
Sanıyordum ki onun özlemi de buydu
O ise bir bakışta beni örtülerimden
Yalnızca ve yalnızca duygularıyla soydu
Ben böyle yürek görmedim böyle sevgi
Şimdi çocuk büyümekte günbegün
Bütün hüzünleri okşadı birer birer
Gizli bir ümide sarılarak biraz küskün
Bir çocuk gördüm uzaklarda
Biraz çocuk biraz adam biraz hiçti
Ellerinde yaşlı zaman demetleri
Daha önce denenmemiş yeni bir yol seçti
Bir çocuk sevdim uzaklarda
Bir elinde yarın öbür elinde dün
Erken ihtiyarlamaktan sanki biraz üzgün
Dünyanın haline bakıp güldü geçti
SEZEN AKSU
Bir Lodos Lazım Şimdi Bana...
Gözümün yaşını yüzdürdüm Hisar’a doğru
Yapacak hiçbir şey yok gitmek istedi gitti
Hem anlıyorum hem çok acı tek taraflı bitti
Bi lodos lazım şimdi bana bi kürek
Zulada birkaç şişe yakut yer gök kırmızı
Söverim gelmişine geçmişine ayıpsa ayıp
Düşer üstüme akşamdan kalma sabah yıldızı
Ah İstanbul İstanbul olalı
Hiç görmedi böyle keder
Geberiyorum aşkından
Kalmadı bende gururdan eser
Ne acı ne acı insan kendine ne kadar yenik
Bulunmadı ihanetin ilacı yürek koca bir karadelik
Yapacak hiçbir şey yok gönül bu sevdi
Yeni bir ten yeni bir heyecan bilirim üstelik
SEZEN AKSU
14 Haziran 2010 Pazartesi
Boşlukta Bir Noktayım...
boşlukta bir noktayım
senden uzak sanki rüyadayım
etrafımda gölgeler dört duvar
seni arar kollarım
yalnızlık yollar gibi uzar gider
korkar sendelerim
özlerim anlatamam sensiz yapamam kararır gözlerim
ben seni seven kadın
benim olman için bilsen neler yapardım
kendi dünyama alırdım yanıma
oradan sonsuzluğa sürer aşkım
seninle aramızda denizlerle zaman olsa bile
ben duyar hissederim
yinede benimlesin sevgilim
nasıl ki ayrılamaz birbirinden
gündüz geceden
bende senden ayrılmam yaşayamam sensiz olamam
ben seni seven kadın
benim olman için
bilsen neler yapardım
kendi dünyama alırdım yanıma
oradan sonsuzluğa sürer aşkım
Aşk Yeniden...
Aşk yeniden rüzgarlı bir akşam vakti
Aşk yeniden karanlıkta bir gül açarken
Aşk yeniden ürperen sahiller gibi
Aşk yeniden kumsalların deliliği
Aşk yeniden bir masal gibi gülümserken
Gözlerim doluyor aşkımın şiddetinden
Ağlamak istiyorum
Yıldızlar tutuşurken gecelerin şehvetinden
Kendimden taşıyorum
Aşk yeniden Akdenizin tuzu gibi
Aşk yeniden rüzgarlı bir akşam vakti
Aşk yeniden karanlıkta bir gül açarken
Aşk yeniden bitti artık bu son derken
Aşk yeniden aynı sularda yüzerken
Aşk yeniden rüya gibi bir yaz geçerken
Gözlerim doluyor aşkımın şiddetinden
Ağlamak istiyorum
Yıldızlar tutuşurken gecelerin şehvetinden
Kendimden taşıyorum
Aşk yeniden unutulmuş yemin gibi
Aşk yeniden hem tanıdık hem yepyeni
Aşk yeniden kendini yarattı kendinden
MURATHAN MUNGAN
quizas quizas quizas
Ne zaman, nasıl, nerede?
Aşk Üzerine Köşeli Yuvarlamalar
Özdemir Asaf
13 Haziran 2010 Pazar
Metin Üstündağ Bir Pusuladır.
"Bir yerlerim kopuyor, ‘‘sen’’ nehrine akıyor..."
''İçimde bir telefon sürekli bir yerleri arıyor, bir yerler içime sürekli meşgul çalıyor...''
Eskidendi Çok Eskiden...
Hani yağmur yağardı inceden,
Hani okuldan, işten dönerken,
Işıklar yanardı evlerde,
Eskidendi, çok eskiden.
Hani ay herkese gülümserken,
Mevsimler kimseyi dinlemezken...
Hani çocuklar gibi zaman nedir bilmezken,
Eskidendi, çok eskiden.
Hani hepimiz arkadaşken,
Hani oyunlar tükenmemişken,
Henüz kimse bize ihanet etmemiş,
Biz kimseyi aldatmamışken,
Eskidendi, çok eskiden.
Hani şarkılar bizi bu kadar incitmezken,
Hani körkütük sarhoşken gençliğimizden,
Daha biz kimseye küsmemiş,
Daha kimse ölmemişken,
Eskidendi, çok eskiden.
Şimdi ay usul, yıldızlar eski
Hatıralar gökyüzü gibi gitmiyor üstümüzden
Geçen geçti,
Geçen geçti,
Geceyi söndür kalbim
Geceler de gençlik gibi eskidendi
Şimdi uykusuzluk vakti.
MURATHAN MUNGAN
İstersen Hiç Başlamasın

İstersen hiç başlamasın
Bu hikaye eksik kalsın
Onca yaraların ardından
Yeni bir aşk yaratamazsın
Örselenmiş bir çocukluk
İşte benim bütün hikayem
Kaç sevda geçse de yüreğimden
Bu yıkıntıları onaramazsın
İstersen hiç başlamasın
Geç kalmışız birbirimize
Yanlış kapılarda geçmiş bunca yıl
Dönemeyiz artık ilk gençliğimize
İstersen hiç başlamasın
Söz verelim kendimize
MURATHAN MUNGAN
11 Haziran 2010 Cuma
Hayret!..
KİMİ SEVSEM,SENSİN...
kimi sevsem sensin/hayret
sevgin hepsini nasıl da değiştiriyor
gözleri maviyken yaprak yeşili
senin sesinle konuşuyor elbet
yarım bakışları o kadar tehlikeli
senin sigaranı senin gibi içiyor
kimi sevsem sensin/hayret
senden nedense vazgeçilemiyor
her şeyi terk ettim/ne aşk ne şehvet
sarışın başladığım esmer bitiyor
anlaşılmaz yüzü koyu gölgeli
dudakları keskin kırmızı jilet
bir belaya çattık/nasıl bitirmeli
gitar kımıldadı mı zaman deliniyor
kimi sevsem sensin/hayret
kapıların kapalı girilemiyor
kimi sevsem sensin/senden ibaret
hepsini senin adınla çağırıyorum
arkamdan şımarık gülüşüyorlar
getirdikleri yağmur/sende unuttuğum
hani o sımsıcak iri çekirdekli
senin gibi vahşi öpüşüyorlar
kimi sevsem sensin/hayret
in misin cin misin anlamıyorum
ATTİLA İLHAN
Ormanların Gümbürtüsünden
Bir yüzük yaptım sana güvercin teleğinden,
Bir yüzük bükerek hoşçakal sözcüğünden.
Bir yüzük yaptım belli belirsiz,
Eski bir gramafon sesinden.
Bir yüzük serçe parmağın için,
Bulutsuz bir gecede kayan yıldız izinden.
Bir yüzük yaptım terli bir yüzük,
Avucumdan geçen ince hayat çizgisinden.
Yanmasını bilen bakır bir yüzük,
Evime akım taşıyan elektrik telinden.
Bir yüzük yaptım, bir yüzük ki;
Yıllardır dinmeyen ormanların gümbürtüsünden.
METİN ALTIOK
3 Haziran 2010 Perşembe
Hiç Kimse
KİMSE
zamanı yıllarla tartanlar
yanılırlar
hiçbir şey tartılmaz başka bir şeyle
hatta çoğu zaman kendiyle bile
yaşanır, içini tohuma bırakır
geçer gider
geçmez sandıkların bile
hiçbir geçen tartılmaz kalanla
neyin kaldığını çoğu kez kendi de bilmezken insan
kimse kimse kimse
sahi kimse
ya da hiç kimse
söylediklerimden çok
sustuklarım
seçtiklerimden çok
reddedilmek için
ne kadar varsam
o kadar kimseyim kendime
güç kötü bir şey
kaderken de
kaldıramazken de
güç kötü bir şey
güçlüyken de
güçsüzken de
kaldığın yerden devam etmenin karanlığı
benzemiyor hiçbir çaresizliğe
kimin kaldığı yer var ki dünyada
kaldım sandığın yer
bizden geçendir çoğunlukla
içimizi parçalaya çoğalta
hâlâ gittiğim sona aceleci adımlarla
bütün iş birinin dediği gibi,
yavaşça acele etmek aslında
ölene kadar yavaşla işte
ölene kadar yavaşla
ne başkalaştırırsan o kadarsın
başkalarının imtihanlarından büyük gelecekler umma
çaresizlik bile bizden bir başkası yapmaya yetmez
bize biçilmiş döngüye katlanırız yalnızca
bir bakıma hiçbir yerdeyiz
bir bakıma yalnızca buradayız
var oluşumuzun ağırlığı altında ezilirken yapayalnız
ait olduğunu sandığın bütün grupların içinde yapayalnız
reddin imkânları sayım kayıpları yoklama kaçakları
sanma ki hayat bizi bekler başka kıyılarda
oysa biz buradayız
halsiz, kanıtsız
yılların neyi tarttığını bile bilmeden
kendi gücümüzün altında azala azala
kollarımız kadar kulaç kalplerimiz kadar sahil
hiçbir adanın almadığı yalnızlarız,
tamamlanmamış haritasında
define ve varlık
geleceğin tarihe dağıttığı kayıplar
bir gün birbirini bulmanın umuduyla
gölgemizle barışmanın uzun yolculuğu: büyümek
kendiyle tanışmayı erteler insan çoğu zaman
hayat yanlışlarla kısalır
başka biri olarak girdiğimiz bir kapıdan
bir diğeri olarak çıkarız
gündeliğe katlanmak için başkalarını kandırırken kendimizi yanıltırız
içimizi denerken yüzeriz farklı yüzlerle kendi içimizde bile
bu yüzden aşk yalnızca bir fikirdir
bu sefer gerçekleştirdiğini sandığın bir fikir
hep öyle oldu bende
hep saklı kaldı içimdeki anahtar
ve hep aynı kilitte kırıldı
fikirler de zamanla değişir
kırıldıkları yerde
kırıldıkları yer her şeyi değiştirir
zamanla bir şey söylemez artık kırılmak bile
sonra başka bir başlangıcın kapısında
aynı korkularla kalakalırız
daha önce de söylemiştim:
kimse yoktur kimsenin kimsesizliğine
her şiirin gizi başka bir şiirle
açıklar kendini
demiştim ya, hep öyle oldu bende
böyle katlandım kimsesizliğe
o birini ararken bile biliyordum
hiç kimse hiç kimse hiç kimse
MURATHAN MUNGAN
2 Haziran 2010 Çarşamba
Dünya Böylesine Güzel Olur Muydu?
Dr. CHE Dünya böylesine güzelolur muydu yine diplomasını çerçeveleyip para kazanma derdine düşseydi Dr. Che yüreğini dağlara asmak yerine |
Sunay Akın |
Dikkatli Bakıyor Musunuz?
Aşk... Bitti. Soldu Şiir.
YALNIZ BiR OPERA
ölü bir yılan gibi yatıyordu aramızda
Yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim
Oysa bilmediğin birşey vardı sevgilim
Ben sende bütün aşklarımı temize çektim
imrendiğin, öfkelendiğin
Kızdığın, ya da kıskandığın diyelim
Yani yaşamışlık sandığın
Geçmişim
Dile dökülmeyenin tenhalığında
Kaçırılan bakışlarda
Gündeliğin başıboş ayrıntılarında
Zaman zaman geri tepip duruyordu.
Ve elbet üzerinde durulmuyordu.
Sense kendini hala hayatımdaki herhangi biri sanıyordun,
Biraz daha fazla sevdiğim, biraz daha önem verdiğim.
Başlangıçta doğruydu belki.
Sıradan bir serüven, rastgele bir ilişki gibi başlayıp,
Günden güne hayatıma yayılan, varlığımı ele geçiren,
Büyüyüp kök salan bir aşka bedellendin.
Ve hala bilmiyordun sevgilim
Ben sende bütün aşklarımı temize çektim
Anladığındaysa yapacak tek şey kalmıştı sana
Bütün kazananlar gibi
Terk ettin.
Yaz başıydı gittiğinde, ardından,
Senin için üç lirik parca yazmaya karar vermistim.
Kimsesiz bir yazdı. Yoktun. Kimsesizdim.
çıkılmış bir yolun ilk durağında bir mevsim bekledim durdum.
çünkü ben aşkın bütün çağlarından geliyordum.
Sanırım lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu
Yüzündeki kuşkun kedere, gür kirpiklerinin altından
Kısık lambalar gibi ışıyan gözlerine
çerçevesine sığmayan
Munis, sokulgan, hüzünlü resimlerine
Lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu.
Yaz başıydı gittiğinde. Sersemletici bir rüzgar gibi geçmişti Mayıs.
Seni bir şiire düşündükçe
Kanat gibi, tüy gibi, dokunmak gibi
Ucucu ve yumuşak şeyler geliyordu aklıma.
önceki şiirlerimde hiç kullanmadığım bu sözcük
Usulca düşüyordu bir kağıt aklığına,
Belkide ilk kez giriyordu yazdıklarıma, hayatıma.
Yaz başıydı gittiğinde. Bir aşkın ilk günleriydi daha.
Aşk mıydı, değil miydi? Bunu o günler kim bilebilirdi?
‘Eylül’de aynı yerde ve aynı insan olmamı isteyen’ notunu buldum kapımda.
Altına saat: 16.00 diye yazmıştın, ve 16.04′tü onu bulduğumda.
Daha o gün anlamalıydım bu ilişkinin yazgısını
Takvim tutmazlığını
Aramızda bir düşman gibi duran zamanı
Daha o gün anlamalıydım
Benim sana erken
Senin bana geç kaldığını.
Gittin. Koca bir yaz girdi aramıza. Yaz ve getirdikleri.
Döndüğünde eksik, noksan bir şeyler başlamıştı.
Sanki yaz, birbirimizi görmediğimiz o üç ay,
Alıp götürmüştü bir şeyleri hayatımızdan, olmamıştı, eksik kalmıstı.
Kırılmış bir şeyi onarır gibi başladık yarım kalmış arkadaşlığımıza.
Adımlarımız tutuk, yüreğimiz çekingen, körler gibi tutunuyor, dilsizler gibi
bakışıyorduk.
Sanki ufacık bir şey olsa birbirimizden kaçacaktık.
Fotoromansız, trüksüz, hilesiz, klişesiz bir beraberlikti bizimki.
Zamanla gözlerimiz açıldı, dilimiz çözüldü güvenle ilerledik birbirimize.
Gittin. Şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza.
Biliyorum ne sen dönebilirsin artık, ne de ben kapıyı açabilirim sana.
Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz.
Birbirine uzanamayan
Boşlukta iki yalnız yıldız gibi
Acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz
Bir zaman sonra batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca
Kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız
Ne kalacak bizden?
Bir mektup, bir kart, birkaç satır ve benim şu kırık dökük şiirim
Sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasında
Ne kalacak geriye savrulmuş günlerimizden
Bizden diyorum, ikimizden
Ne kalacak?
Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Yıkıntılar arasında yakınlarını arayan öksüz savaş çocukları gibiyiz.
Umut ve korkunun hiçbir anlam taşımadığı bir dünyada
Bir şey bulduğunda neyi, ne yapacağını bilmeyen çocuklar gibi
Ve elbet biz de bu aşkta büyüyecek
Her şeyi bir başka aşka erteleyeceğiz.
Kış başlıyor sevgilim
Hoşnutsuzluğumun kışı başlıyor
Bir yaz daha geçti hiçbir şey anlamadan
Oysa yapacak ne çok şey vardı
Ve ne kadar az zaman
Kış başlıyor sevgilim
iyi bak kendine
Gözlerindeki usul şefkati
Teslim etme kimseye, hiçbir şeye
Upuzun bir kış başlıyor sevgilim
Ayrılığımızın kışı başlıyor
Giriyoruz kara ve soğuk bir mevsime.
Kitaplara sarılmak, dostlarla konuşmak,
Yazıya oturup sonu gelmeyen cümleler kurmak,
Camdan dışarı bakıp puslu şarkılar mırıldanmak….
Böyle zamanlarda her şey birbirinin yerini alır
çünkü her şey bir o kadar anlamsızdır
içimizdeki ıssızlığı dolduramaz hiçbir oyun
Para etmez kendimizi avutmak için bulduğumuz numaralar
Bir aşkı yaşatan ayrıntları nereye saklayacağınızı bilemezsiniz
çıplak bir yara gibi sızlar paylastığımız anlar,
Eşyalar gözünüzün önünde durur birlikte yarattığınız alışkanlıklar
Korkarsınız sözcüklerden, sessizlikten de; bakamazsınız aynalara,
çağrışımlarla ödeşemezsiniz.
Dışarda hayat düşmandır size
içeride odalara sığamazken siz, kendiniz
Bir ayrılığın ilk günleridir daha
Her şey asılı kalmıştır bitkisel bir yalnızlıkta
Gün boyu hiçbir şey yapmadan oturup
Kulak verdiğiniz saat tiktakları
Kaplar tekin olmayan göğümüzü
Geçici bir dinginlik, düzmece bir erinç
Suyu boşalmış bir havuz, fişten çekilmiş bir alet kadar tehlikesiz
Bakınıp dururken duvarlara
Boş bir çuval gibi, çalmayan bir org gibi, plastik bir çicek,
Unutulmuş bir oyuncak, eski bir çerçeve gibi, hani,
Unutsam eşyanın gürültüsünü, nesnelerin dünyasında
Kendime bir yer bulsam, dediğimiz zamanlar gibi
Kendimizin içinden yeni bir kendimiz çıkarmaya zorlandığımız anlar gibi
Yeni bir iklime, yeni bir kente, bir tutkunluk haline, bir trafik kazasına,
Başımıza gelmiş bir felakete, iskenceye çekilmeye, ameliyata alınmaya
Kendimizi hazırlar gibi.
Yani dayanmak ve katlanmak için silkelerken bütün benliğimizi
Ama öyle sessiz baktığımız duvarlar gibi olmaya çalışırken,
Ve kazanmış görünürken derinliğimizi
Ne zaman ki, yeniden canlanır bağışlamasız belleğimizde
Bir anın, yalnızca bir anın bütün bir hayatı kapladığı anlar
O tiktaklar kadar önemsiz kalır şimdi
Hayatımıza verdiğimiz bütün anlamlar
Göremeseniz de, bilirsiniz
Hiç yakın olmamışsınızdır intihara bu kadar.
Bana zamandan söz ediyorlar
Gelip size zamandan söz ederler
Yaraları nasıl sardığından, ya da her şeye nasıl iyi geldiğinden.
Zamanla ilgili bütün atasözleri gündeme gelir yeniden.
Hepsini bilirsiniz zaten, bir işe yaramadığını bildiğiniz gibi.
Dahası onalar da bilirler.
Ama yine de güç verir bazı sözler, sözcükler, öyle düşünürler.
Bittiğine kendini inandırmak, ayrılığın gerçeğine katlanmak, sırtınızdaki
hançeri çıkartmak, Yüreğinizin unuttuğunuz yerleriyle yeniden karşılaşmak
kolay değildir elbet.
Kolay değildir bunlarla baş etmek, uğruna içinizi öldürmek.
Zaman alır.
Zaman alır sizden bunların yükünü
O boşluk dolar elbet, yaralar kabuk bağlar, sızılar diner, açılar dibe
çöker.
Hayatta sevinilecek şeyler yeniden fark edilir.
Bir yerlerden bulunup yeni mutluluklar edinilir.
O boşluk doldu sanırsınız
Oysa o boşluğu dolduran eksilmenizdir.
Gün gelir bir gün
Başka bir mevsim, başka bir takvim, başka bir ilişkide
O eski ağrı
Ansızın geri teper.
Dilerim geri teper.
Yoksa gerçekten bitmissinizdir.
Zamanla yerleşir yaşadıkların, yeniden konumlanır, çoğalır anlamları, önemi
kavranır.
Bir zamanlar anlamadan yaşadığın şey, çok sonra değerini kazanır.
Yokluğu derin ve sürekli bir sızı halini alır.
Oysa yapacak hiçbir şey kalmamıştır artık
Mutluluk geçip gitmiştir yanınızdan
Her şeye iyi gelen zaman sizi kanatır
ölmuş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
Günlerin dökümünü yap
Benim senden, senin benden habersiz alıp verdiklerini
Kim bilebilir ikimizden başka?
Sözcüklerin ve sessizliklerin yeri iyi ayarlanmış
Bir ilişkiyi, duyguların birliğini,
Bir aşkı beraberlik haline getiren kendiliğindenliği
Yani günlerimiz aydınlıkken kaçırdığımız her şeyi bir düşün
Emek ve aşkla güzelleştirilmiş bir dünya
Şimdi ağır ağır batıyor ve yokluğa karışıyor
Orada olmuş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
Bunlar da bir işe yaramadıysa
Demek yangından kurtarılacak hiçbir şey kalmamış aramızda.
Bu şiire başladığımda nerde,
Şimdi nerdeyim?
Solgun yollardan geçtim.
Bakışımlı mevsimlerden
ikindi yağmurlarını bekleyen
Yaz sonu hüzünlerinden
Gün günden puslu pencerelere benzeyen gözlerim
Geçti her cağın bitki örtüsünden
Oysa şimdi içimin yıkanmış taşlığından
Bakarken dünyaya
Yangınlarla bayındır kentler gibiyim:
çicek adlarını ezberlemekten geldim
Eski şarkıları, sarhoşların ve suçluların
Unuttuklarını hatırlamaktan
Uzun uzak yolları tarif etmekten
Haydutluktan ve melankoliden
Giderken ya da dönerken atlanan esiklerden
Duyarlığın gece mekteplerinden geldim
Bütünlemeli çocukluklarıyla geçti
Gençliğimin rüzgara verdiğim yılları
Gökummaların ve içdökmelerin vaktinden geldim.
Bu şiire başladığımda nerde,
Şimdi nerdeyim?
Yaram vardı, bir de sözcükler
Sonra vaat edilmiş topraklar gibi
Sayfalar ve günler
Işık istiyordu yalnızlığım
Kötülükler imparatorluğunda bir tek şiir yazmayı biliyordum
ilerledikçe…Kaybolup gittin bu şiirin derinliklerinde
Aşk ve Acı usul usul eriyen bir kandil gibi söndü daha şiir bitmeden.
Karardı dizeler.
Aşk…Bitti. Soldu şiir.
Büyük bir şaşkınlık kaldı o fırtınalı günlerden
Daha önce de başka şiirlerde konaklamıştım
Ağır sınavlar vermiştim değişen ruh iklimlerinde
Ask yalnız bir operadır, biliyordum:
Operada bir gece uyudum, hiç uyanmadım.
Barbarların seyrettiği trapezlerden geçtim
Her adımda boynumdan bir fular düşüyordu
El kadar gökyüzü mendil kadar ufuk
Birlikte çıkalan yolların yazgısıdır:
Eksiliyorduk
Mataramda tuzlu suyla, oteller kentinden geldim
Her otelde biraz eksilip, biraz artarak
Yani çoğalarak
Tahvil ve senetlerini intiharlarla değiştirenlerin
Birahaneler ve bankalar üzerine kurulu hayatlarında
Ağır ve acı tanıklıklardan
Geçerek geldim. Terli ve kirliydim.
Sonra tımarhanelerde tımar edilen ruhum
Maskeler ve çiçekler biriktiriyordu
Linç edilerek öldürülenlerin hayat hikayelerini de…
Korsan yazıları, kara şiirleri, gizli kitapları
Ve açık hayatları seviyordu.
Buraya gelirken
Uzun uzak yollar için her menzilde at değiştirdim
Atlarla birlikte terledim yolları ve geceleri
ödünç almadım hiç kimseden hicbir şeyi
çıplak ve sahici yaşayıp çıplak ve sahici ölmek için panayır yerleri…
panayır yerleri…
ölü kelebekler…
ölü kelebekler…
Sonra dünyanın bütün sinemalarında bütün filmleri seyrettim.
Adım onların adının yanına yazılmasın diye
Acı çekecek yerlerimi yok etmeden
Acıyla baş etmeyi öğrendim.
Yoksa bu kadar konuşabilir miydim?
ipek yollarında kuzey yıldızı
Aşkın kuzey yıldızı
Sanırsın durduğun yerde
Ya da yol üstündedir
Oysa çocukluktan kalma gökyüzünde hileli zar
ölü yanardağlar, ölü yıldızlar
Ve toy yaşın bilmediği hesap: ışık hızı.
Aşkın bir yolu vardır
Her yaşta başka türlü geçilen
Aşkın bir yolu vardır
Her yaşta biraz gecikilen
Gökyüzünde yalnız bir yıldız arar gözler
Gözlerim
Aşkın kuzey yıldızıdır bu
Yazları daha iyi görülen
Ben, öteki, bir diğeri ona doğru ilerler
ilerlerim
Zamanla anlarsın bu bir yanılsama
ölü şairlerin imgelerinden kalma
Sen de değilsin. O da değil
Kuzey yıldızı daha uzakta
Yeniden yollara düşerler
Düşerim
Bir şiir yaşatır her şeyi yaşamın anlamı solduğunda
Ben yoluma devam ederim. Bitmemiş bir şiirin ortasında
Darmadağınık imgeler, sözcükler ve kafiyeler
Yaşamsa yerli yerinde
Yerli yerinde her şey
Şimdi her şey doludizgin ve çoğul
Şimdi her şey kesintisiz ve sürekli bir devrim gibi
Şimdi her şey yeniden
Yüreğim, o eski aşk kalesi
Yepyeni bir mazi yarattı sözcüklerin gücünden
Dönüp ardıma bakıyorum
Yoksun sen
Ey Sanat! Her şeyi hayata dönüştüren.
MURATHAN MUNGAN
1 Haziran 2010 Salı
Diyorum Uykularımın Birinde
SÖZLER YAPRAK
bazı sözler karanlıkta söylenir, diyorum uykularımın birinde
bazı sözler hiçbir zaman, diyorum kendi sesime uyanırken
bazı sözler karanlıkta söylenir
bazı sözler hiçbir zaman
diyorum armaların birinde
öyledir, iki yanı ağaçlı yollar, arasından
geçip gitmektir şiir
ağaçla, yolla, ne tarafa
ve hangi zaman
imgenin şiddetiyle çoğalır anlam
parçalana parçalana
geçtiğimiz yollardan
onca yaprak düşer
birkaç şiir kalır yalnızca
o derin ağaçlardan
kendi sesimize uyandığımız rüyalarda
MURATHAN MUNGAN